Arşiv

‘Sinema’ kategorisi için arşiv

Saklı Hayatlar

Pazar, 24 Nis 2011 Yorum yapılmamış

Son zamanlarda izlediğim en farklı filmlerden biriydi. Çok az işlenmiş bir konuyu irdelemesi ve deşmesi açısından, toplumdaki farklılıkları, bu farklılıkları algılayış, kökleştiriş biçimimizi sorgulaması açısından gayet de başarılı. Alevi-sunni farklılaşmasını önyargıların penceresinden sunmuş. Hasır altı edilen konuları eşelemiş.

Her ne kadar mevzuyu yine bir aşk ilişkisi ekseninde işleme geyiğinden kurtulamamış ve oyunculuklarda baba karakteri (Ahmet Mümtaz Taylan imiş kendisi) dışında pek bir inandırıcılık hissettirememiş olsa da film “olmuş” zannımca. Bu gibi konuların işlenir, filmlere konu olur hale gelmesi de sevindirici ayrıyetten. İzleyiniz efendim…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Sinema Etiketler:

Hür Adam

Cumartesi, 29 Oca 2011 1 yorum

Hür Adam

Merakla bekliyordum nasıl bir film oldu acaba diye. Geçen hafta izleyebildim. İzlediğim en kötü biyografi hatta biyografi daraltmasını da kaldır gitsin, en kötü filmlerden birisiydi. Bu kadar sığ, bu kadar yavan ve düz bir anlatım daha olamaz. Bir İslâm aliminin, İslâm alimliğinden de öte yaşadığı yüzyılın en büyük İslâm alimlerinden biri olarak kabul edilen bir dava adamının hayatına nasıl olup da bu kadar sığ yaklaşabilmiş arkadaşlar bilemiyorum. Ayrı bir maharet söz konusu, farklı bir zeka türü. Hakkında hiçbirşey bilmeyip de sağdan soldan duydukları ile Said Nursi’yi bilenlerin bildikleri tekrarlanıp durmuş temcit pilavı tadında. Hemen hemen bütün diyaloglar tekrar eden sözlerden ibaret, hiçbir oyunculuk vasata bile yanaşamamış. Zaten ne olduğu belli olmayan darmadağınık senaryo, filme normal bir akış bile sağlayamayınca, film içinde ileri-geri tarihlere doğru gidip gelmelerle tamamen zıvanadan çıkmış. Bozuk plak gibi kendini tekrar etmiş durmuş. Komik senaryo, cidden komik. Dağ, bayır, nehir, ova derken araya da fon müziği eşliğinde söylenen iki hikmetli söz serpiştirdik mi ordan alır yürürüz gibilerinden bir havası var.

Said Nursi karakterini dümdüz bir bakış açısı ve yüzeysellikten de öte bir şekilde ele alınca, onun hayatındaki yakınlarından herhangi bir karakter de sağlamca işlenememiş oluyor haliyle. Bir biyografi filmi için bundan daha kötüsü olamaz. Kaldı ki bu kadar büyük kitleleri peşinden sürükleyebilmiş ve hala da etkisini devam ettiren bir adamın hayatında daha derin, daha dik hatıraları, hikayeleri, söylemleri vardır değil mi. Onlardan sunmaya çalış biraz, o felsefeyi, o yaşama şeklini irdele biraz. Cık, o da yok, teğet bile geçememiş. İzleyicinin gözüne gözüne sokup durmuş o basit iyilik meleği tasvirlerini. Bir gez gel arkadaş…

Bir de yeni bir moda daha türedi sinemamızda. Ülke gündemine konu olan bir fikir, bir dava filme konu edildiğinde herkese nazar boncuğu takmalar, kimseyi incitmemeye çalışmalar, konuya taraf her kesime ne şiş yansın ne kebap türünden “aman sen de iyisin, onlar da iyi, biz de iyiyiz” demeler filan sıktı artık. Mahsun Kırmızıgül yapmıştı bunu “Güneşi Gördüm” de. Sonra bir daha yaptı “Newyork’ta Beş Minare” ile. Aynı tavır bu filmde de mevcut. Baydı, bunalttı, kabak tadı verdi arkadaş, bir net olun yahu. Derdiniz neyse onu anlatın. Yoksa film çekmeyin zaten.

Filmin sonuna doğru iyice daralmışken bir de kelalaka bir yerde yönetmenin kendini filme dahil edişini görünce salonu terketmek kaldı geriye…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Sinema Etiketler:

Stone (Şantaj)

Pazar, 24 Eki 2010 1 yorum
stone(şantaj)

Ejder Kapanı‘ndan beri bir filmi bu kadar eleştiresim, yerden yere vurasım gelmemişti. Ahan da yazıyorum.

Robert De Niro ve Edward Norton’u duyunca balıklama gittim filme. Bu müthiş ikiliden kötü iş çıkmazdı hani. Arkadaşlar sağolsun, iyi iş çıkarıp beni yanılttılar. Ne olduğuna, ne anlatmak istediğine hatta birşeyler anlatmak istediğine dahi karar verememiş bir film. Yaslanmış iki oyuncunun ismine, ordan alır yürürüz, çorbamıza bakarız modunda karşılıklı oyunculuk gösterisinden öte birşey yok. Hesapta alt metin sağlam, çok böyle evrensel, varlıkla, inançla ilgili sorunlardan filan bahsediyoruz ama öyle bir ifadesi, kararı, senaryosu da yok filmin. Yok hayır madem böyle durağan bir dram çekmeye karar verdin, o filmin içine serpiştirdiğin gerilim öğeleri de nesi ki. De Niro’nun karısı nasıl silik bir karakterdir, neden vardır, neye tekabül eder ki. Filmin ilk sahnesinde yapılan artislik film içerisinde biryere oturmayacak, bir mana işaret etmeyecekse neden vardır ki.

Hani tıpkı Nuri Bilge Ceylan türü yönetmenlerin sinemayı derhal terkedip kendilerini fotoğrafa vermeleri gerektiği gibi bu filmin yönetmeni de başka işlerle uğraşmalı. Durağan bir tempo böyle işlenmez. Durağanlığı başka başka şekillerle, farklı öğeler ve senaryolarla işleyebilir, hatta büyük beğeniler de kazanabilirsiniz yönetmenlik yeteneğiniz kadarınca. Fakat hareketli kareler olarak sinemada bunu böyle halledemezsiniz. Daha zekice, anlamlı işler yapmalısınız.

Acı bir kahkaha filmin sonunda. Hadi ordan diyorum…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Sinema Etiketler:,

Inception (Başlangıç)

Pazar, 03 Eki 2010 1 yorum
inception

Sonunda gösterimden kalkmadan izleyebildim.

Nasıl olabilip de izleyen hemen herkesin bir filmi bu kadar beğenebilmesine çok şaşırmıştım gösterime yeni girdiği zamanlar. Yersizmiş. Ki böyle herkesin beğenip de henüz izlememiş olanlar için beklentinin yükseldiği, ama o yükselen beklentilerin de ötesinde bir film bulduğum ilk filmdir. “Efsane” olarak tanımlanan filmlere yeni bir tane daha eklenmiştir zannımca.

Bir kere filmin bu kadar tutulmasında hemen herkesin ilgisini çeken rüya ve gerçeklik arasındaki ilişkiye sağlam bir sorgu getiriyor olmasının önemli payı var. Sonra, şimdiden “unutulmazlar” kategorisine dahil edilebilmesinin yanında, duyduğunuzda siz afallatacak o kadar çok repliği var ki filmin, arada kendinizi bir sahne geriden geliyormuş gibi hissediyorsunuz. Kimi sahnelerinde “elin oğlu çekiyor” derken, bir başka parlak fikir daha beliriveriyor. Öyle tatlı bir şapşallık, sersemleten bir ilgi ve şaşırtan, hayranlık uyandıran bir kurgu derken bir bakıyorsunuz bitivermiş film.

Malum artık sinema salonları dönerli, çıkarlı yürüyen merdivenlerle dolu alışveriş merkezlerimizin en üst katlarına yerleşmiş durumda. Film bitip de en alt kata inene kadar bayağı bir bocaladım. Sağ, sol, aşağı, yukarı derken iş “noluyoruz lan” a kadar geldi : ). Gerçeklik algılarım bir süre sekteye uğradı. Ve uzun süredir bir filmi izlerken bu kadar yorulduğumu hissettim. Tabi bu yorgunluk öyle sıkılmaktan, bayılmaktan filan değil. Yaklaşık 2,5 saatlik bir süre boyunca ilgimi tek an dahi kaybettirmeden ve bu sürükleyicliği kuru kalabalık aksiyonlarla veya ucuz gerilimlerle sağlamaktan ziyade, felsefi temelleri olan içi dolu dolu bir senaryo, ve üzerinde çok çalışıldığı belli sahnelerle destekleyen sağlam bir yapım olmuş. Imdb’de de bu kadar kısa zamanda bu kadar çok oy alıp, bu kadar yüksek bir ortalama yakalayabilen ilk film olsa gerek.

Vay efendim şurası olmamış, yok kurgunun şuraları buraları havada kalmış gibi geyiklere hiç girmeyeceğim. Olmuş, hem de süper olmuş.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Sinema Etiketler:,

Ejder Kapanı

Cuma, 16 Tem 2010 1 yorum

ejder kapanı

Şaka gibiydi. Amerikan polisiye-gerilim filmlerinden etkilenirsin eyvallah, olur hani. Hakim film kültürüdür Hollywood. Huyundan kapmasan suyundan kaparsın. Da hani hiç mi kendinden birşey katmaz insan sinemaya. İstanbul’un artık klişe haline getirilip tadı tuzu kaçırılan mekanlarını kendine fon yapan, her bir diyaloğu tatsız, tuzsuz ve dayandığı senaryosu temcit pilavı misalinden öteye geçemeyen yakışıksız bir film. Hatta her bir tiplemesi başkomiserinden adli tıp uzmanına, güzel stajyerden ofis memurlarına varana kadar bireribir kopya. Yine alışılageldiği üzere loş mekanlar tercih edilmiş, çekimler ağırlıklı olarak gece yapılmış. İki yağmur bir de şimşek ekledik mi, samanlık seyran olmuş. Bir de Uğur Yücel neden o ses tonunu kullanmış, neden çoğu yerde abartılı mimikler kullanmış, nasıl bir karakter ortaya çıkarmaya çalışmış anlayamadım. Sadece havada kaldığını hissettim o kadar.

Film klişeleri tekrar etmek konusunda da ciddi bir rekor denemesi içine girmiş. Şimdi burada sayamacağım veya sayıp da hepten klişe haline getirmeyeceğim onlarca diyalog, onlarca sahne. Hele katili öğrenen Uğur Yücel’in stajyer kız ile geçirdiği telefon konuşması, çin işkencesi tadında. İki saat oturtuyorsun insaları o koltuklara, birşeyler vermek, eğlendirmek, sanat yapmak veya her ne ise amaç, onun için bir fark oluştur yahu, bir özelliğinle sıyrıl değil mi ? Senaryon kötüyse mekanlarınla farkı hissettir, ne bileyim bir karakterine hasta olayım, veya bir diyaloğundaki iki cümle “unutulmaz replikler” arasına dahil oluversin. O da olmadı hoş bir musiki içinde cerayan etsin olaylar da biz de akıp gidelim hani.

Sanırım bizim polisiye-gerilimden anladığımız daha önce de gördüğümüz üzere basit bir ters köşe denemesinden ibaret. Arabayla da iki takla atıp, bir ters şerit yaptık mı oooh değmeyin keyfimize. Yüzeysel, manalı olmasa bile kendi içinde tutarlı bir tabana ve fikre oturtulamamış yavan mı yavan bir akıştan öteye geçemiyoruz henüz. Şaka gibiydi.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Sinema Etiketler:

12 Angry Men (12 Öfkeli Adam)

Cuma, 05 Mar 2010 Yorum yapılmamış

12-angry-men

Uzun zamandır seyretmek aklımdaydı. Nihayet izleyebildim. 1957 yapımı olan film, IMDB’deki yerini ve kendisine yapılan türlü methiyeleri sonuna kadar hakediyor. Bir tiyatro eserinin sinemaya uyarlanmış hali imiş meğersem. Başladığı sahnede bitiyor film. Önyargıların dayanılmaz hafifliğinden, insan kibrinin ait olduğu benliği ne denli kendisi ile çeliştirebildiğine kadar bir çok sosyal konuyu inceden inceye işleyen böylesi bir senaryo, zekice kullanılmış. O jüri odasının içinde olduğumuzu hissettirmiş, hani neredeyse elimi kaldıracaktım “Not Guilty!” diye. Bu söylediklerim şaşırtacak derecede iyi oyunculuklarla ile de birleşince zamandan bağımsız kült bir film çıkmış ortaya. Bilmem yaşar mıyım ama yıl 2050 olsa, o on iki adamı ordaymışcasına izlerdim sanırım…

Beylik bir söz ile sonlandırayım mevzuyu; “1957 yapımı olması bir filmi ancak teknolojik nimetlerden uzak tutabilir, zekadan veya dehadan asla…”

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail
Kategoriler:Sinema Etiketler:,