Benim Dünyam
(Geniş zaman anlatımının başı)
Varlıklı bir ailenin kızı olan Ela’nın (Beren Saat) iki yaşındayken işitme ve görme engelli olduğu anlaşılır. Haber aileyi derinden sarsar. Ela büyüdükçe sorunlar da büyür. Akıl hastanesine yatırmak konusunda anne(Ayça Bingöl) direniyor, baba ısrar ediyordur. Tam da bu vakit konuda uzman bir eğitmen-öğretmen olan Mahir hoca (Uğur Yücel) çıkar ortaya. Baba ile Mahir hoca arasındaki gerginlik, Ela’nın çaresizliği, annenin arada kalmışlığı derken Mahir Hoca sonunda baskın gelir ve Ela’ya bir şeyler öğretebileceğini kanıtlar. Bundan sonrası Mahir hoca ile Ela’nın birlikte yürüyecekleri ve filmin de asıl hikayesi olan uzun bir yoldur.
(Geniş zaman anlatımının sonu)
(Filmi izlememiş olanlar duymamamsı gereken şeyler duyabilir bundan sonra…)
Yazı Tura gibi bir kült filmi ve efsane televizyon dizisi İkinci Bahar‘ı çekmiş, ama öte taraftan Ejder Kapanı gibi vasat bir filme de imza atmış Uğur Yücel televizyon dizileri döneminden sonra televizyon dizisi tadında bir filmle karşımızda. Yekten fikrimi beyan etmiş oldum. Ki zaten bir filmi yeniden çekmenin esprisi nedir, meçhul bir hikmeti filan mı vardır bilmiyorum, bilen varsa beri gelsin. Geçen sene Özcan Deniz A Moment To Remember‘ı “Evim Sensin” adıyla yeniden çekmişti. Bu kez Uğur Yücel Black‘i “Benim Dünyam” adıyla yeniden çekti. Yine de bir film, sırf bir filmden uyarlama diye kötü olmaz. İyi bile olabilir. Hatta yeterince iyi bir yorum sunarsa küçük şirinleri bile gösterebilir.
Beren Saat’in görme, işitme ve dolayısıyla konuşma engelli bir kızı son derece inandırıcı bir şekilde oynadığını söylemek gerek. Bir de Uğur Yücel’in yaşlı Mahir Hoca’yı Uğur Yücel gibi oynadığını. Filmin asıl -ve belki de tek- başarısı ise kostümler ve mekanlarla birlikte biri orta yaş üzeri, diğeri yaşlı olmak üzere iki Mahir hoca arasındaki geçişi hakkıyla gerçekleştirmiş olmasıdır.
Filmi izlememiş birinin muhtemel odur ki meraklanacağı en muhim şey böylesi bir kızın nasıl olup da üniversiteye kabul edilecek denli bir görgü ve bilgiyi edindiği olsa gerek. Bu, adından da belli olacağı üzere mahir adam, Mahir hocanın elindeki sihirli değneği görmek ister insan. Ki filmin başında da bu merak ciddi biçimde besleniyor. Ama o da nesi, koca filmde pilavı kaşıkla yemeği öğrendiğinden başkasını göremiyoruz. Sonra birden, üniversiteye kabul edilip edilmeyeceğinin belirleneceği kurulda kendisine sorulan bir soru üzerine, değme felsefeciye taş çıkaracak şekilde “bilgi” nin tanımını yapan Ela çıkıveriyor karşımıza. Bunlardan başka bir de Ela’nın işaret diliyle anlattıklarını kah Mahir Hoca’nın sesli olarak tekrarladığını görüyoruz, kah bir altyazı beliriveriyor. Fena halde sakil. “Yarın öğleden sonra sahildeki çay bahçesine gidelim diyorsun öyle mi ?” Hee olma mı…
Filmin bir diğer eleştiri hakeden tarafı başından sonuna kadar öğretici, ima etmektense doğrudan söyleyici bir söylemden kurtulamaması. Gösterdikleriyle yetinmeyerek üstüne bir de gösterdiklerinde ne anlattığının altını çizme çabası. Malumdur “Sözün tamamı aptala söylenir”. İma zekaya hastır. İma sanattır. Sinema göstermek sanatıdır. Sinema imadır : ) Seyirciye gösterdiğinden ziyade bir de ne anlaması gerektiğini, asıl “çıkarılması gereken” dersin filan ne olduğunu söyleyen düzgün ve vurgulu cümleleri dillendiren dış seslerin sinir bozucu olmaktan başka bir etkisi yok. Öte taraftan dramın bu kadar halihazırda mevcut olduğu, hikayenin bizatihi son derece dramatik olduğu bir filmde dahi öyle çok matah bir dram da çıkmamış ortaya. Dizilerden az öte, yeşilçamdan çok beri.
Uğur Yücel’den çok daha iyilerini bekliyor insan…
Son Yorumlar