Arşiv

‘Kitap Alıntısı’ kategorisi için arşiv

Haberlerin Saldırısı ve Dezenformasyon

Pazar, 21 Şub 2021 1 yorum

Neil Postman, görsel kültürün egemenliğinin yaygın biçimlerinden televizyon üzerine hakikatli eleştiriler barındıran “Televizyon:Öldüren Eğlence” isimli kitabında dezenformasyonun ne olduğuna dair şu fevkalâde tespitlerde bulunuyor;

…süreç, televizyonun, esasen dezenformasyon denebilecek bir enformasyon türü yaratarak “bilgilenme”nin anlamında değişiklik yapmasıdır. Ben bu sözcüğü hemen hemen tam da CIA ya da KGB casuslarının kullandığı anlamıyla alıyorum. Dezenformasyon yanlış enformasyon demek değildir. Dezenformasyon, yanıltıcı (yersiz, ilgisiz, parçalı ya da yüzeysel) enformasyon, yani insanda bir şey hakkında bilgi sahibi olma illüzyonu yaratan, oysa aslında insanı bilgilenmekten uzaklaştıran enformasyon demektir. Ve televizyon haberlerinin bizi eğlendirdiği, ama bilgilendirmediğini söyleyerek, bizim gerçek enformasyonlardan yoksun kalmamızdan çok daha ciddi bir duruma parmak basıyorum. İyi bilgileri yansıtan verileri artık, ayırt edemediğimizi söylüyorum. Cehalet daima düzeltilebilir bir durumdur. Ancak cehaleti bilgi olarak kabul ettiğimiz zaman ne yapabiliriz?

Haberler onu oluşturan, kendi tabirleriyle -ve de aslında haberin neliğini ele veren bir itirafla- “mutfakta pişiren” ve sunan zihniyetin bir dışa vurumudur. Hatta öyledir ki haberin kendisi, onu sunan zihniyetin kendini ifade etme biçimi ve propaganda aracıdır. “Tarafsız habercilik” ifadesi kendi içinde çelişiktir, oksimorondur. Haberlerin çeşitli ajanslardan (ve artık önemli oranda sosyal medyadan) seçimi-tercih edilişi, sonra bu habere konu olan olayın hangi boyutunun-parçasının öne çıkarılacağı, bunun sunulma biçimi, önceliğinin ve öneminin belirlenmesi ve sunumda tutturulan söylem, seçilen kelimeler ve hatta tonlama bu değer yargılarından neşet eder.

Dolayısıyla haber işbu değer yargılarının tarafıdır. Kimse masum masum haber seyredemez. Zîra seyredilen şey, bir diğer ifadeyle seyredenin kendini mâruz bıraktığı şey asla ve kat’a masum değildir. Bu bağlamda haberler insanın düşünce ve değerler dünyasına bir saldırı olarak da nitelenebilir. Reddedilmediğinde, hesaplaşılmadığında, bünyeye girişine müsaade edildiğinde, “seyirci” kalındığında, seyredenine ayar verme ve biçimlendirme işlevini gerçekleştirmiş olur. O zihniyetin değerler dünyasından nasibinizi almış olursunuz, öyle ya da böyle. Ki zaten o örtük üst amaç da budur…

Düpedüz yönlendirmek, yanıltmak, yanlış bilgiye yaslanmak ve dahi yalana başvurmak en aşikâr biçimlerdir. Fakat daha örtülüymüş gibi duran ve tamamı bir örtük üst amacın neferleri olan;

Esas olandan uzaklaştırmak veya esas olanın önem ve önceliğini düşürmek, tâli olanı esaslaştırmak,

Sığ-gereksiz veya sunî gündemler oluşturmak, bir meseleyi halkın gündemine boca etmek,

Var olan korku ve kaygıları derinleştirmek, yoksa gereği doğrultusunda oluşturmak,

İnfial yaratmak, konu-kişi özelinde duygulanımlar tasarlamak,

Şartlara göre uygun dozda yatıştırıcı-sakinleştirici malzemeler kullanmak,

“Uzman” görüşler doğrultusunda uyarılar salgılamak-tehditler üretmek

bütün bu inşa ve saldırı mekanizmasının bazı dolaylı biçimleridir. Ki zaten zoka da daha çok buralardadır…

Bu bağlamda tekraren ifade etmek gerek ki bütün bu haberler kültürü bir saldırıdır. Hatta çoğu kere “hayâsızca bir akındır”.

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Sömürgeci Düzenin İyi Kulları, Kötü Kulları ve Kul Olmayanları

Cuma, 22 Ara 2017 Yorum yapılmamış

Sömürü düzenini ve bu düzene maruz kalanları anlayabilmek için kullanışlı bir sınıflandırma.

İyi kullar, kötü kullar ve kul olmayanlar;

Sömürgeden kurtulma hareketi birçok yerde bölgesel yönetimlere karşı bir hareketti. Elbette küresel çağda hiçbirşey tamamiyle bölgesel olamaz, geniş bir perspektif sağlamak da önem taşır. Gerçekte bedeni ve zihni sömürgeden kurtarmaya başlamak, ulusal yönetim ve ulusal özgürlük talebinin ötesinde bir zihin yapısına sahip olmakla gerçekleşir. Tarih süreci göstermiştir ki fiziksel olarak bağımsızlığına kavuşan yeni ‘bağımsız’ olmuş bir ülke, sömürgecilerinin tayin ettiği çizgide yoluna devam eder.

Bu konuyu Amerikan yerlisi filozof John Mohawk üç başlıkta topluyor.

Birincisi ‘iyi kullar’; soru sormayan, sömürgecilerin empoze etiği şekilde düşünen ve davranış gösterenler.

İkincisi ‘kötü kullar’; sömürge boyunduruğundan fiziksel olarak kurtulmaya çalışan ancak çoğu yönetime geçtiğinde boyunduruk altındayken kendilerine empoze edilmiş olan bilim, ekonomi, sağlık ve eğitim sistemlerini kullanacak olan zihin ve davranış yapısına sahip insanlar. Ulusal özgürlük hareketlerinin çoğu bu kategoriye tekabül eder. Hedef belirlenmiş, kısmen faaliyete geçilmiş fakat gerçekte değişen fazla birşey olmamıştır.

Son olarak Mohawk, ‘kul olmama’ ihtimalinden bahseder, bu şu anlama gelir: Sömürgeci Batı modelinden farklı bir düşünce ve davranış modeli geliştirmenin yollarını bulmak ki bu Batıya saçma gelebilir. Bahsedilen ilk iki ihtimal, Batı etrafında gerçekleşen, üçüncüsü ise kendi dünyasında gerçekleşen bir tekamül sürecidir.

Bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek düzeni benimseyenler, tahkim edenler, yaygınlaştıranlar…Zihin dünyasını, düşünme, söyleme, eyleme, seçme, beğenme biçimlerini değiştirmek gibi bir yönelimi dahi olmayanlar. Aklını ve kalbini teslim etmiş olanlar. Bunlar iyi kullar…

Boyunduruk altında olma halinin farkında olan, bu hâlin şekildeki-görünürdeki-fiziksel her türlü tecellisini reddedip kurtulmayı önerirken, düzenin düşünme, söyleme, eyleme, seçme, beğenme biçimlerini kullananlar. Aklını ve kalbini teslim etmese de, düzenin kuşatmasından kurtaramamış ve dolayısıyla düzenin içerisinde kalmış olanlar. Bunlar kötü kullar…

Sömürü düzeninin dayattığından ve yaydığından tamamen başka düşünme, eyleme, söyleme, seçme, beğenme biçimleri ile varolma mücadelesinde olanlar…Düşünce dünyasını, aklını ve kalbini arındırmanın gayretinde olanlar. Kuşatmayı kırmış olanlar. Kul olmayanlar…

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Sömürge Zihin ve Sömürge Aydın Üzerine

Pazar, 26 Kas 2017 Yorum yapılmamış

Sömürge zihin ve sömürge aydın üzerine bir kaç derleme;

Cezayir’in Fransaya karşı verdiği bağımsızlık savaşında (1954-1962) Cezayir saflarında yer alan, Fransız eğitimli bir sosyolog, düşünür Frantz Fanon‘dan;

Sizi sömürgeleştiren yabancıların sizde yarattığı en büyük yıkım, zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır.



Cemil Meriç‘ten;

Türk aydını efendisinin ilaçlarını aşıran ahmak uşak gibidir.



Malcolm X bu durumu şöyle özetliyor;

Ev zencisi sahibine her zaman iyi baktı. Arazi zencisi kontrolden çıkacak olsa ev zencisi onu geri tarlaya bağlardı, araziye gönderirdi. Ev zencisinin bunu yapması şaşılacak bir şey değildi. Çünkü ona arazi zencisinden daha iyi yaşam koşulları garanti edilmişti. Yemeği daha iyiydi, daha iyi giyinirdi, daha iyi evde kalırdı. Efendisinin dibinde yaşardı. Ya efendisinin evinin çatı katında ya da bodrumunda yaşardı. Efendisi ne yerse o da ondan yerdi. Efendisi ne giyerse ev zencisi de ondan giyerdi. Konuştuğu zaman aynı efendisi gibi konuşurdu, güzel bir lehçe ile.
Ve efendisini efendisinden bile çok severdi. Bundan dolayı efendisinin incinmesini hiç istemezdi. Eğer efendisi hasta olursa “patron, nasıl da hasta olduk yahu” derdi. Efendisi hasta oldu diye adam da hasta olurdu. Efendisinin evi tutuşsa alevleri söndürmeye çalışırdı, efendisinin evinin yanmasını istemezdi. Efendisinin malına efendisinden daha çok sahip çıkardı. Bu işte ev zencisiyidi.

Bunun sinema dünyasında en güzel örneklerinden biri Tarantino’nun Django Unchained (Zincirsiz) filminde mevcut. Filmde Samuel L.Jackson’ın canlandırdığı Stephen karakteri, Afrika kökenli kölelerin çalıştırıldığı arazilerin sahibi olan efendisinin malikânesinde uşaktır. Kendisi de Afrika kökenlidir. Ve fakat efendisinin Afrika kökenli kardeşlerine reva gördüğü zulmü, neredeyse efendisinden daha çok içselleştirmiştir.


Sanırım en esaslısı Rasim Özdenören‘in “Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı” isimli kitabındaki şu müthiş hikaye;



Film bir kovboy filmi ancak pek alışık olmadığımız, örneğine az rastlanan çok özel bir durum var. Beyaz kovboyların arasında bir tane de “zenci” kovboy var. Bilirsiniz bu tür filmlerde beyazlarla Kızılderililer arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir mücadele olur.

Kızılderililerle beyazlar yine savaşıyorlar. Beyazlar Kızılderililerin vatanlarını, topraklarını işgal etmek istiyorlar. Beyazlar güçlü ve her türlü hileye ve şeytanlığa başvuruyorlar. Savaş sürüyor ve Kızılderililer daha fazla dayanamıyorlar ve savaşı kaybediyorlar.

Kızılderili kahraman savaşçı sonunda esir alınıyor ve bir direğe bağlanıyor.Ona türlü türlü işkenceler yapılıyor.

Kızılderili savaşçı çok onurlu. Kötülere, zalimlere boyun eğmiyor. Onun için“beyaz” demek, “kötülük” demek “zulüm” demek!

Beyaz kovboyların reisi bitkin ve perişan Kızılderili savaşçıya dönüyor ve diyor ki :

“Ne kadar direnirsen diren işte elimdesin, esirimsin, kölemsin kaybettiğini anla ve diz çök aman dile, yalvar, çizmelerimi öp seni bağışlayayım!”

Kızılderili kahraman hiç istifini bozmuyor, başını eğmiyor ve beyaz reise dönerek diyor ki:

“Seni anlıyorum beyaz adam! ‘Beyaz’ demek kötülük demek acı demek!” Sen de kötüsün, sen de zalimsin, sen de şeytansın! Senin işin bizi topraklarımızdan sürmek, Kızılderili öldürmek, soyumuzu kurutmak. Senden zerre kadar şefkat, merhamet ve nezaket beklemiyorum ancak benim anlayamadığım, beni asıl yıkan başka bir şey!”

Sonra zenci kovboya dönerek diyor ki:

“Bu kara beyaz adama da ne oluyor! O niçin bizim yanımızda değil! Niçin sizin yanınızda!

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Geçmiş Nesilleri İlkel Addetmek – E.F Schumacher

Pazar, 11 Ara 2016 Yorum yapılmamış

Aklı Karışıklar İçin Klavuz kitabının başlangıcında şöyle diyor E.F.Schumacher;



Birkaç yıl önce bir Leningrad gezisi sırasında, nerede olduğumu bulmak için bir haritaya başvurmuş, ama işin içinden çıkamamıştım. Birkaç tane kocaman kilise görüyordum, ancak haritada bunlardan eser yoktu. Sonunda bir rehber imdadıma yetişti: Biz haritalarımızda kiliseleri göstermeyiz. Söylediğinin aksine, çok açık olarak belirtilmiş birini işaret ettim. Bu bir müzedir dedi, bizim yaşayan (ibadete açık) kilise dediklerimizden değil. Sadece yaşayan kiliseleri göstermiyoruz biz. O an bana öyle geldi ki, gözlerimin önünde açıkça seçebildiğim bir çok şeyi göstermeyen haritaların bana sunulduğu ilk durum değildi bu. Bütün okul ve üniversite süresince, bana hayat ve bilgi haritaları sunuldu: üzerinde, en çok önem verdiğim ve hayatıma yön vermede mümkün en büyük etki gibi gördüğüm şeylerden hiç bir iz taşımayan haritalar. Şaşkınlığımın yıllardır eksilmeden sürdüğünü hatırladım; yardım için hiç bir rehber de gelmedi. İdrakimin sıhhatinden şüphe etmeyi bırakıp, haritaların doğruluğundan şüphe etmeye başlayıncaya kadar sürdü bu.

Bana sunulan haritalar, en yakın nesile kadar hemen hemen bütün atalarımın hayatlarını akıldışı inançlara ve saçma hurafelere göre sürdüren acınacak hayalperestler olduğunu söylüyordu. Johann Kepler veya Isaac Newton gibi ünlü bilim adamları bile vakit ve enerjilerinin çoğunu varolmayan şeyler hakkındaki mânâsız araştırmalara harcamışlardı. Tarih boyunca, külliyetli miktarda zor bela kazanılmış servet, muhayyel ilahların onur ve ihtişamı için israf edild. Sadece benim Avrupalı atalarım tarafından değil, bütün toplumlarca, dünyanın her yanında ve bütün çağlarda. Her yerde, görünürde sağlıklı binlerce erkek ve kadın kendilerini tamamen mânâsız sınırlamalara tabi kıldılar, gönüllü oruç tutma gibi; evlenmeme yemini ederek azap çektirdiler kendilerine; vakitlerini kutsal yerlere ziyaretlerle, fantastik ayinlerle, tekrarlanıp duran ibadetlerle, vs. öldürdüler; gerçekliğe sırtlarını döndüler. Bazıları bu aydınlanmış çağda bile hâlâ yapıyorlar bunu! Hepsi bir hiç uğruna, hepsi cehalet ve budalalıktan; bugün, müzelik eşya sayılmaları dışında, hiç biri ciddiye alınmıyor. Nasıl bir hata tarihinden zuhur ettik biz! Her modern çocuğun bütünüyle gerçeksiz ve hayali olduğunu bildiği şeyleri gerçek sayan ne korkunç bir tarih! En yakın zamanlar dışında bütün geçmişimiz, bugün insanların önceki nesillerin tuhaflık ve yetersizlikleri hakkındaki meraklarını tatmin ettikleri müzelere uygundu sadece. Atalarımızın yazdıkları ise, esas olarak kütüphanelerde saklanıp tarihçilerin ve diğer uzmanların inceleyecekleri ve haklarında kitaplar yazacakları kalıntılardı. Geçmişin bilgisi ilginç ve zaman zaman heyecan vericiydi, fakat günün sorunlarıyla başa çıkmayı öğrenmede hiç bir özel değere sahip değildi.

O kadar çok kelimeyle ve şatafatsız ve samimi olmasa da, bütün bunları ve aynı türden daha bir çok şeyi okulda ve üniversitede öğretmişlerdi bana. Açıkça söylenmeyecekti; atalara saygı gösterilmeliydi; gerikalmışlıklan hususunda ellerinden bir şey gelemezdi; çok zorladılar kendilerini ve hatta bazen tehlikeli bir yolla hakikate bayağı yaklaştılar. Zihinlerinin din ile meşguliyeti azgelişmişliklerinin işaretlerinden biriydi sadece, henüz rüşdüne ermeyen insanlar oldukları için şaşırtıcı olmayan bir durum. Şüphesiz bugün de dine bir miktar ilgi vardı ve bu geçmiş dönemlerin ilgisini meşru kılıyordu. Gerçi her tahsilli kişi gerçekte herhangi bir şeyi yaratmaya kadir bir Tanrı olmadığını ve etrafımızdaki şeylerin akılsız bir evrim süreciyle, yani rastlantı ve doğal ayıklanma yoluyla varolduğunu biliyordu; gene de uygun hallerde Tanrı’ya Yaratıcı gözüyle bakmaya müsaade edilebilirdi. Maalesef atalarımız evrimi bilmiyorlardı ve onun için bütün bu hayal ürünü efsaneleri icat etmişlerdi.

(Ernst Friedrich Schumacher – Aklı Karışıklar İçin Klavuz)

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail