To Rome With Love (Roma’ya Sevgilerle)
Bir filmi hakkında böyle bir yazı yazacağımı düşündüğüm adam değildi kendisi, Woody Allen. Son filmi To Rome With Love, çoğunlukla olduğu gibi yazıp, yönetip, oynadığı ve Manhattan, Midnight in Paris veya Vicky Cristina Barcelona gibi bir şehri başrole taşıdığı filmlerinden. Ki dilerim ölmeden bu seriye bir de içinde İstanbul geçen bir film ekler.
Film dört farklı hikayeyi barındırıyor. Woody Allen’ın da içinde bulunduğu hikaye, Amerikalı turist bir kız ile İtalyan bir gencin arasında başlayan aşkın ve daha ziyade ailelerinin tanışmasının hikayesi. İkincisi bir orta direk vatandaşın şöhret hikayesi. Ki bu hikayede İtalyan medyasına büyük bir gönderme olsa gerek. Bu kadar aptal bir medya göstermenin başka bir izahı olamaz. Üçüncüsü evlenmek üzere olan bir çiftin birbirlerini aldatma hikayeleri. Dördüncüsü de, ki asıl ve en ilginç olan hikaye, mimarlık okuyan bir gencin kız arkadaşının uçuk, entel veya en azından öyle gözüken arkadaşına aşık olmasının hikayesi.
İçinde birden çok hikayenin paralel olarak anlatıldığı benzer filmlerden görüp de öylesi bir beklenti içinde girdiğimiz gibi hikayeler bir noktada birleşmiyor. Birbirlerinden habersiz olarak sadece seyircinin bildiği bir ortak noktaları da yok. İlla da böyle bir ortaklıkları, kesişim noktaları olması da gerekmiyor zaten. Yalnız yine de film içinde bir bütünlük oluşturması gerek, bir anlam bütünlüğü ifade etmeli en azından. Birbirinden tamamen farklı, derdi tasası ayrı, her birinin içine aşk ve Roma serpiştirilmiş bambaşka hikayeler. Birinde aşk, birinde aldatma, birinde şöhret, birinde kültür farklılıklarının baskın unsur olduğu hikayeler. Sanki dört filmi tek film çatısı altında toplamak gibi bir kastı varmış gibi. Bir roman olduğunu sandığınız ama okuyunca ayrı ayrı hikayelerden, anlatılardan oluştuğunu gördüğünüz kitap gibi. Ya da köşe yazılarının derlenip toplandığı kitap gibi. Gibi gibi…
İşlediği konular üzerine, aşk üzerine söyleyip anlatabildiği, gösterebildiği çok farklı veya sarsıcı bir şeyi yok filmin. Woody Allen tarzı, kahkahaya boğmayan, ama gülümseten türde yerli yerinde espriler, şakalar filmin tadı tuzu olmuş. Bir de filmin müziklerinin anlatım sürekliliğine katkısı olmuş, eğlenceli ve tempolu bir hava vermiş. E tabi bir de Roma…
The Social Network‘deki Mark Zuckerberg rolü ve Mark Zuckerberg’e olan fiziksel benzerliğinden dolayı akıllarda böyle yer eden Jesse Eisenberg, güzelliği hiç bir şekilde süs, abartı, şatafat gerektirmeyen ve ne zaman böylesi bir makyaj ve kostüm gerektiren bir rolde görsem hayıflandığım Penelope Cruz, ve artık yaşlanmış olsa da her zamanki bildiğimiz mimikleriyle, nevrotik, takıntılı adam Woody Allen oyunculuklarıyla filme değer ve tabi seyir zevki katmışlar.
Bu arada filmde bahsi geçen terim “Ozymandias Melancholy” şurada söylendiğine göre Woody Allen’ın Stardust Memories‘i çekerken icat ettiği bir terimmiş. İngiliz bir şairin şiiri imiş Ozymandias. Aynı zamanda II.Ramses’in Yunancadaki karşılığı. Kralın yaptırdığı devasa bir heykelin üzerinde Türkçe’ye ;
…
Ben Ozymandias’ım, krallar kralı
Şu yaptıklarıma bak; sen, güçlü olan, ve ümitsizliğe kapıl!”
…
şeklinde çevirilen Kral’a ait sözler ve bunların devamında da;
“Oysa geriye hiçbir şey kalmamıştır, gezin çürümüş
O devasa harabeyi, uçsuz bucaksız ve çıplak
Yalnız ve dümdüz kum alabildiğine uzanır”
dizeleri geliyor. Velhasılıkelam; şair “bütün ihtişamına, gücüne, başarına rağmen dünyada yoksun artık, hiç bir şekilde hem de, dünya sana kalmadı” demeye getiriyor: ) “Ozymandias Melancholy” de sanırım bu durumun, bu fanilik, gelip geçicilik hissinin zaman zaman insanı içine sürükleyebildiği melankolik ruh halini ifade ediyor.
Bir Woody Allen sever olarak çok da izlenilebilir diyemem, ki üzücü bir durum. Ama yine de film sinemanın eğlence misyonunun üstesinden gelmiş. Romantik komedi türünde sürüsüne bereket vasat ve altı, kötü ve daha kötüsü, berbat ve ötesi film, sürüsüne bereket gişe yaparken, kanımca To Rome With Love izlenebilir olanlar tarafında yer alır yine de…
Son Yorumlar