ArÅŸiv

0, 2014 için arşiv

Ramazan Davulcusu Muhafaza Edilir mi ?

PerÅŸembe, 10 Tem 2014 1 yorum

Ä°ftar sebebiyle misafirlikte olduÄŸumuz sırada Ramazan davulcusu meselesi bardağına son damla damlayıverdi. Malûmdur, Ramazan davulcuları Ramazan ayının belli günlerinde kapılara gelerek halktan bahÅŸiÅŸ toplarlar. Bu kez de öyle oldu. Ezanı beklerken kapı çaldı, gelen Ramazan davulcusu. Salondaki herkesin elini cebine atıp da hesap ödenirken yaÅŸanan bir Türk klasiÄŸi yaÅŸanmasına izin vermemek için -hiç taraftar olmasam da bu iÅŸe- silahına davranan kovboy gibi bir hamlede cebimdeki bozukları çıkarıp uzatıverdim arkadaşımın eÅŸine. Lakin kapıdan geri döndü, “5 lira veriliyormuÅŸ” diyerekten. O nasıl edilgen bir cümledir yahu, bahÅŸiÅŸ dediÄŸinin apartman aidatı gibi miktarının belirlendiÄŸi nerede görülmüş. Ayıptan da öteydi durum. Kalktım yerimden, kapıya gidip elindeki bozuklukları da alıp hadi güle güle dedim, en kendime mukayet olabilen halimle.

Mesele aslında Tanzimat’tan beri süregelen, muhafazakârın neyi muhafaza edip neyi etmeyeceÄŸine dair meseledir. Muhafazakâr olmanın deÄŸiÅŸmemek, ne pahasına olursa olsun geleneÄŸi ve mevcudu korumak olarak algılandığı memlekette, yok arkadaÅŸ muhafazakâr neyi muhafaza edeceÄŸine, neyi ne kadar ve ne sürede deÄŸiÅŸtireceÄŸine karşı ortaya konan bütün bir hayat görüşüdür ÅŸeklinde izahlar yapmak çok kabul göresi, anlaşılmak istenesi olmuyor. Varsın olmasın. Dünya yine de dönüyor.

Ramazan davulcusuna sırf bir gelenek olduğu için sahip çıkmak körü körüne gelenekçilikten öteye gitmez. Kuru kuruya nostalji sevdasında tıkanır kalır. Müslüman bir bünyenin komşularına rahatsızlık veriyor olduğunu hissetmesi rahatsızlık vericidir. Müslüman bir bünye aynı sokakta, aynı binada yaşadığı oruç tutmayan diğer dinlere mensup komşularına ve oruç tutamayan kendi dinine mensup komşularına(çocuk, hasta, yaşlı, günahkâr ve sair) gecenin bir vakti uyanma baskısı yapılmasına da razı olmaz. Ki ayrıca oruca niyeti olan sahura kalkar zaten, namazda gözü olanın ezanda da kulağı olsun zaten.

Ãœstelik meselenin estetik-fayda türünden bir açmazı dahi yok. Misal ben BoÄŸaz Köprüsündeki ışık oyunlarını son derece estetik buluyorum, bir temâşa olduÄŸunu ve bir güzellik ortaya koyduÄŸunu düşünüyorum. Ve fakat bunun elektrik israfı olduÄŸunu söyleyenleri de anlayabilirim. Burada bir görüş farkı, bir tercih farkı bulunur. Her ikisinin de kendince haklı gerekçeleri mevcuttur. Amma velâkin Ramazan davulcusunun meydana getirdiÄŸi rahatsızlıktan baÅŸka, estetik açıdan da son derece zayıf, amiyane tabirle kafa ütüleyen bir tınısı var. Çalınana ritim denebilirse, kuru bir ritim. Davulun sesi uzaktan bile hoÅŸ gelmiyor. Ne bir ahenk, ne bir hoÅŸ sedâ. Eskiden, hani o geleneÄŸi gelenek yapan Ramazan davulcularında, hiç deÄŸilse biraz müzikâl biraz edebî bir kaygı var imiÅŸ. Güzele meylederlemiÅŸ yaptıkları iÅŸte. Mâni söylerler, o maniye uyum saÄŸlayacak hoÅŸ bir ritim tutturmaya çabalarlarmış. Åžimdilerde o da yok. “Dostlar alışveriÅŸte görsün, salla başı al maaşı, haa üç kere de gelir bahÅŸiÅŸimizi toplar oluruz.”

Bütün bunlara, muhafazakar hayat görüşüne sahip kimilerinden “E, o zaman ezan da yüksek sesle okunmasın!” ÅŸeklinde itirazlar gelir hep. Kaçırılan, karıştırılan husus ÅŸudur; Ezan Ä°slâmın temel direÄŸi olan namazın iÅŸaretidir. DeÄŸiÅŸtirilmesi din kavramı baÄŸlamında mümkün deÄŸildir. Bir gelenek deÄŸildir, bir alışkanlık hiç deÄŸildir. Sırf kimileri rahatsız oluyor diye dinin temellerinden vazgeçilemez, özgürlük tartışmalarına konu edilemez. Kapı kapalıdır bundan ötesine. Ki o kapıdan ötesi bu yazının baÄŸlamından çok baÅŸka tartışma meselelerine, bambaÅŸka hayat görüşleri çaprışmasına açılır. Lakin mesele o deÄŸil.

Velhasılıkelam Ramazan davulcusu “sahip çıkalım” türünden bir gelenek deÄŸildir. Edep dairesi içerisine sığdırılabilecek bir masumiyeti, nostaljisi de yoktur. Tiz terk edile !

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail

Kış Uykusu (Winter Sleep)

Pazartesi, 07 Tem 2014 3 yorum
Kış uykusu, winter sleep

Kış Uykusu (Winter Sleep)

Film şu minval üzere cereyan etmektedir;

Aydın(Haluk Bilginer) emekli bir tiyatro oyuncusudur ve oyunculuÄŸu bıraktıktan sonra Kapadokya’da babasından yadigar kalan butik oteli iÅŸletmektedir. Bir yandan da yerel bir gazeteye köşe yazıları yazmaktadır ve bir tiyatro tarihi kitabı yazmak üzere çalışmalarını sürdürmektedir. Hayatında iki kadın vardır; zihin dünyaları arasında ciddi fark olan genç karısı Nihal(Melisa Sözen) ve boÅŸandıktan sonra yanlarına taşınan kız kardeÅŸi Necla(Demet AkbaÄŸ). GeliÅŸen olaylar uyumsuzlukları, tutarsızlıkları ve karakterlerin derinlerde yaÅŸadıkları çatışmaları su yüzüne çıkaracaktır. Ve anlatılan, insana dair ahlak, iyilik, kötülük, yalnızlık, sevgi, vicdan gibi pek çok meseleyi barındıran, olay hikayesinden ziyade içli ve esaslı bir “durum hikayesidir”.

Kim derdi ki her uygun gördüğü yerde Nuri Bilge Ceylan’a laf iliÅŸtirmekten hazzeden ben, gün gelsin bir güzelleme yazayım.

196 dakika dram filmi çekmek bir cesaret işi bi kere. O 196 dakikanın bu denli akıcı olabilmesini sağlamak da apayrı bir maharet. (Bu arada filmin ilk kurgusu dört buçuk saat imiş, daha sonraki yoğun çalışmaları sonucu üç buçuk saate indirebilmiş Nuri Bilge Ceylan. Bakınız)

Korka korka salona girdik, ama çıktığımızda hakikaten üç buçuk saat oldu mu yahu diyorduk. Her ne kadar pek hazzetmesem de, evvelki filmlerinden, hele hele Bir Zamanlar Anadoluda’da filminden, yönetmenin mekan, görüntü, ışık, açı ve sair teknik detaylar konusunda son derece mahir olduÄŸunu biliyoruz. Sinemayı bıraksın fotoÄŸraf filan çeksin derken de onu kastederdim. Bizim kafamızdaki sinema hareketli kareler bütünüydü. Bir akışı, bir akışkanlığı olmalıydı. Gevezelikten uzak olmalıydı ama konuÅŸmalıydı da. Bir Zamanlar Anadolu’da ile beraber “ÅŸu karaketerleri konuÅŸturayım yahu biraz da” demeye baÅŸlayan Nuir Bilge Ceylan bu kez adeta yılların suskunluÄŸunu yırtar gibi üç buçuk saate yakın bir süre boyunca karakterleri konuÅŸturmuÅŸ. Susmalarına mahal vermemiÅŸ neredeyse. Bu kadar çok konuÅŸtuturuken gevezelik de etmemiÅŸ lakin. Gereksiz, çıkıntı veya sakîl duran tek replik yok neredeyse. Belli ki diyaloglar üzerinde ince ince ve uzunca çalışılmış. Gündelik hayatın can sıkıntılarına, kaygılarına, dertlerine, kabaca hayat gailesinin bütün damarlarına sirayet edebilmiÅŸ ve insanın açmazlarına, tutarsızlıklarına ve samimiyetsizliklerine dair vurguları böylesine yalın, böylesine göze sokmadan yapabilmiÅŸ bir metin ortaya çıkmazdı aksi takdirde.

Haluk Bilginer‘in ÅŸuradaki röportajında söylediÄŸi ve ÅŸurada da belirtildiÄŸi gibi Nuri Bilge Ceylan illa da kendisiyle çalışmak istemiÅŸ. Rolü üç defa reddetmiÅŸ olmasına karşın, yönetmen bu rol için bir baÅŸkasını düşünememiÅŸ. O denli ki “filmin çekimleri senin takvimine uymuyorsa, biz senin takvimine uyarız” demeye kadar vardırmış iÅŸi. Filmi izledikten sonra bunun ne kadar yerinde ve anlamlı bir seçim olduÄŸunu görüyoruz. Zira Haluk Bilginer o kadar güzel ve o kadar inandırıcı canlandırmış ki Aydın karakterini, bu rolün hakkından gelebilecek bir baÅŸka oyuncuyu düşünemez oluyorsunuz. Bir oyuncunun performansı hakkında, kafanızda bir baÅŸka aday oluÅŸmasına izin vermemiÅŸ olmasından daha yeterli bir ölçüt bilmiyorum.

Gelelim Aydın karakterine. Hikayenin merkezinde bulunan Aydın’ın aslında isminde dahi bir ironi var. Yetersizlikler içerisinde, halkından kopuk, hatta onu öteleyici, küçük dünyasının aydını Aydın. KardeÅŸi Necla’nın tabiriyle oturduÄŸu yerden akham kesen, yazılarına konu olanlar ile herhangi bir bağı bulunmayan ve fikri mücadeleden uzak, çağının sorunlarına ışık tutmaya çalışmaktan ziyade kendi benliÄŸine esir olmuÅŸ karton aslandır o. Gündelik hayatın aydınıdır. Bu taraftan baktığımızda Nuri Bilge Ceylan sert bir Türk aydını eleÅŸtirisi yapmış ÅŸeklindeki söylemleri abartılı buluyorum. Olsa olsa aydın olmaktan ziyade bu iddiada olan, entellektüel olmaktan ziyade entellik taslayan, yarı aydın tiplemelerine bir eleÅŸtiri.

Filmin derinlerdeki kasveti su yüzüne çıkaran akışı ile fena halde uyumlu olan müziÄŸi de çok güzel. Sonata in A major, D.959 (II. Andantino) – Franz Schubert

Nihai olarak, 1982’de Yılmaz Güney’in Yol ile aldığı Altın Palmiye’yi Kış Uykusu ile ikinci kez memleketimize kazandıran Nuri Bilge Ceylan’ı takdir etmek gerek. Bu kez yiÄŸin hakkı yiÄŸide : )

FacebooktwitterlinkedinmailFacebooktwitterlinkedinmail