Sivil Dikkatsizlik
An itibariyle herkesin hissederek, sezerek bildiği bir şeye daha birilerinin vakti zamanıyla güzel bir isim verdiğini öğrenmiş bulunuyorum; sivil dikkatsizlik.
“Amerikalı sosyolog Erving Goffman, sivil dikkatsizliği, bir şehirde yabancılar arasında yaşamayı mümkün kılan teknikler arasında en başta saymıştır. Sivil dikkatsizlik, kişinin bakmıyor ve dinlemiyor gibi yapmasıdır; ya da en azından kişinin bakmadığı, işitmediği ve hepsinden önce çevredekilerin ne yaptıklarıyla ilgilenmediği havasını verecek bir tavır takınmasıdır. En yalın haliyle kendini göz göze gelmekten kaçınmakta ortaya koyar. (Gözlerin karşılaşması her zaman yabancılar arasında izin verilebilir olandan daha kişisel bir ilişkiye davettir; bu da kişinin anonim kalma hakkından vazgeçmesi ve başka insanların gözünde görünmez kalma yönündeki varsayılan hakkından ve kararlılığından feragat ettiği veya bunları askıya aldığı anlamına gelir). Göz göze gelmekten itinayla sakınmak kişinin gözleri ara sıra ya da kazara başka birine kaysa bile, dikkat etmediğinin alenen ilanıdır. (Aslında kişisel karşılaşma amaçlanmadıkça kişisnin gözlerinin durmamak ve odaklanmamak koşululyla kaymamasına izin verilir). Hiç bakmamak da mümkün değildir. Herhangi bir yerleşim merkezinin sokakları çoğu zaman kalabalıktır ve sırf bir yerden başka bir yere gitmek bile, çarpışmadan kaçınmak için önünde uzanan yol ile yolda dikilen ve hareket eden her şeyin dikkatle gözlenmesini gerektirir. Gözlem yapmadan duramasak bile, bu, bakışımızın takıldığı insanları rahatsız ve tedirgin etmeden, hissettirilmeden yapılmalıdır. Kişi bakmıyormuş gibi yaparak görmelidir; bu, sivil dikkatsizliğin özüdür. Her gün yaşadığınız, kalabalık bir mağazaya girme, bir tren istasyonunun bekleme salonundan geçme ya da yalnızca okula giderken sokakta yürüme deneyimlerini düşünün;kaldırımda güven içinde yürümek ya da bir mağaza ya da sergideki vitrinleri ayıran geçitler arasında dolaşmak gibi, yapmış olmanız gereken bütün o küçük küçük hareketleri düşünün; ve yanında gelip geçtiğiniz sayısız yüz arasından ne kadar azını hatırlayabildiğinizi, aynı mağazada ya da aynı caddede geçiştiğiniz ne kadar az yüzü betimleyebileceğinizi düşünün. “Dikkat etmeme” -yabancılara, önünde gerçekten önemli şeylerin olup bittiği boş bir perde olarak bakma- gibi zor bir sanatı ne kadar iyi öğrenmiş olduğunuza şaşıracaksanız.
Yabancıların birbirine karşı davranışlarında gözettikleri özenli, incelikli dikkatsizlik, kentsel koşullarda yaşamı sürdürme açısından tartışmasız çok değerlidir. Ancak bunun sevimsiz sonuçları da vardır. Bir köyden ya da küçük bir kasabadan yeni gelmiş biri genelde büyük şehrin kendine özgü aldırışsızlığı ve soğuk ilgisizliği karşısında şaşırıp kalır. İnsanlar sanki öteki insanlara dikkat etmezler. Canlı olarak insanlara bakmadan gelip geçerler. Eğer başınıza kötü bir şey gelse, kimsenin kılının kıpırdamayacağına bahse girebilirsiniz. Sizinle onlar arasında bir sakınma duvarı, hatta belki de bir antipati duvarı çekilmiştir; bu, kimsenin aşmayı düşünemeyeceği bir duvar, kapatma şansının pek olmadığı bir mesafedir. İnsanlar boşuna ümitlenecek kadar fiziksel yakınlık içindedirler, ancak ne var ki manevi bakımdan -zihinsel, ahlaki- olarak biribinden sonsuz uzak kalmayı başarırlar. Onları ayıran sessizlik ve yabancıların varlığında hissedilen tehklike karşısında becerikli ve vazgeçilmez bir silah olarak kullanılan mesafe koyma bir tehdit gibi algılanır. Kalabalıkta kaybolmuş biri kendi kaynaklarıyla başbaşa bırakılmış hisseder kendini; önemsiz, yalnız ve vazgeçilebilir hisseder. Özel alanı tecavüz karşısında korumaya dayalı güvenlik, yalnızlık olarak geri teper…”
(Zygmunt Bauman – Sosyolojik Düşünmek)
Kavram olarak üzerine ekleyecek bir sözüm yok. Haddime de değil. Lakin bu durum, işte bu sezerek bildiğiniz şeyin halihazırda bir adı, literatürde bir karşılığı olduğunu görmek günün orta yerinde gece görülen rüyayı hatırlamak gibi, çoktan seçmeli olsa seçebileceğiniz, ama aslında tam olarak bilemediğiniz bir sorunu cevabı gibi.
Son Yorumlar